İBRAHİM SAY 1999 Mezunumuz
Biz bu eğitim sistemi içerisinde ne yapıyoruz? Gezi-yor-muyuz?
Ömrümüzü tüketiyoruz, çocuklarımızın ömrünü tüketiyoruz. On dokuz yirmi yıllık hayatlarının en verimli yıllarını zorunlu eğitim çağı içerisinde eritip gidiyoruz.
Sahi bu çocuklara ne veriliyor? Veya ne verilmek isteniyor? Bu çocukların eğitiminden hedeflenen birey nasıldır? Haticeye değil neticeye baktığımızda verilen bunca emeğe rağmen gelinen nokta sıfıra yakın. İlkokul, ortaokul, lise üzerine üniversite eğitimi… lerini alıyorlar da peki;
Bu çocuklar ecdadını tanıyor mu? Bu çocuklar geçmişten ders çıkarıp geleceğe umutla bakabiliyorlar mı? Bu çocuklar kendileri için, ülkeleri için ve tüm insanlık için hayalini kurdukları yeni bir dünyaları var mı acaba? Birkaç sistem arızası bireyler dışında (kendimi de öyle hissediyorum). Mefkûreci bir nesil yetişiyor mu acaba?
Dost acı söyler bizim bu şuursuz eğitim sistemi ile bireylere vereceğimiz bir gelecek görünmüyor. Sanat becerisi, estetik ve güzellik anlayışı, üretkenlik ve mucitlik kabiliyetlerini geliştirmeyen, hatta bunların ortaya çıkışını engelleyen, sürekli değişen eğitim sistemiyle devlet politiakası oluşturamayan eğitim anlayışıyla bir yere varılamaz, gelinen nokta bunu gösteriyor. Bu sistemle de başka ne beklenir? Acaba gerçekten de amaçlanan böyle bir gençlik mi?
Bu şuursuz eğitim sisteminden öğrenci şikâyetçi, öğretmen şikâyetçi, anne-baba veli şikayetçi, peki kim memnun? Kim veya kimler bu eğitim sistemiyle bizleri bulunduğumuz şekle, kaba, dar ve kısır döngü içerisine koyuyorsa onlar memnundur. Kısır döngüden itaatkar köleler sürüsü oluşturan, beyinleri işgal eden, yer altı ve yer üstü zenginliklerini kullandırmayan onları sürekli kendine muhtaç bırakanlar ve onların işbirlikçileri memnundurlar.
Onca yıl okullarımızda çocuklarımızı tutuyoruz, sanayici, orta ve küçük ölçekli esnaf ve sanatkarların geleceğini karartıyoruz, çünkü bu çocuklar zorunlu eğitimi bitirdiklerinde artık elleri iş tutmuyor, iş veren iş yaptıramıyor.
Çocuklarımız onca yıl aldıkları eğitimle üniversiteleri bitirdikleri halde üretim ve istihdam oluşturma yönünde sıfıra yakın durumdadırlar.
Oysa biz arzu ediyoruz ki;
Çocuklarımız adabı muaşeret kurallarını bilen ve bunu uygulayan kişiler olsunlar.
Geçmişini bilen geleceğini kurgulayan kişiler olsunlar.
Yaşama sevincine sahip, kendisini ülkesini ve tüm insanlığı saadet ve selamete kavuşturacak plan proje ve hedefleri olsun.
Günü kurtarmak için ve sadece kendi mutluluğu, kendini tatmin üzerine bir dünya kurmasınlar…
İşte tüm bu arzularımızın gerçekleşmesi ancak şuurlu bir eğitim politikası ile gerçekleşebilir. Bu eğitim politikasında çocuk matematik, fizik kimya gibi sayısal; tarih, sosyoloji, edebiyat, mantık gibi sözel dersleri; atölye derslerini öğrendiğinde bu derslerin kendisi ve insanlık için ne anlam ifade ettiğinin farkında olmalıdır.
Bu dersleri öğrencilere anlatan, veren kişiler de bu derslerden ne amaçladıklarının farkında ve şuurunda olmalıdırlar. Mesai tamamlamak ve dersliklerde yoklama almak için bulunmadığının, bu çocukların dünya ve ahret hayatlarından sorumlu olduğunun bilincinde olmalıdırlar. Öğrencilerde okula yok yazılmamak için, öğretmende yoklama yapmak ve müfredatta belirtilen konuyu anlatmış olmak için anlatıyor ve derse giriyorsa işte burada ciddi sorun var demektir. Söylenecek çok şey var…
Toparlayacak olursak;
Toplumu devlet imkânlarıyla yöneten hükümetlerin birinci ve en önemli meseleleri eğitim meselesidir. Mutlaka bu konuda milletin, memleketin önünü açacak dareyn saadeti sağlayacak, bireyin kendi iç dünyası ve dış dünyasını ihya edecek eğitim politikası oluşturmalıdırlar.
Eğitim politikası ahlak ve maneviyatı merkeze almalıdır, materyalist ve kapitalist eğitimden vazgeçmelidir.
En son gezi parkı olaylarıyla ortaya çıkan tabloyu çok iyi bir şekilde, iç ve dış mihraklarla beraber kendimizi de sorgulayarak ele almalıyız. Çünkü o meydanlarda ve ülkenin çeşitli meydanlarında sokağa dökülen, çeveresindeki insanlara ve eşyaya zarar veren, yerden kaldırım taşı söküp oturulan bankı, esnafın camını, yoldaki arabaları ve kamunun malına zarar verenler acaba okul okumamış, tahsilsiz kişiler mi idi? Hayır.
Bu durum gösteriyor ki okumaya kendisini yaratan Rabbinin adıyla başlayan, milletini memleketini seven helali haramı bilen, hakkı hukuku gözeten, ahiret hesabını düşünen ve bu muhasebesinin bilincinde şuurlu bir gençliğin yetiştirilmesine ihtiyaç vardır.
Bu şuursuz eğitim sistemi ile okul idarecileri eğitim öğretimden –akademik eğitimden çok asayiş işleriyle meşguller. Okullar talim terbiyeden, ilim irfan yuvası olmaktan ziyade sadece diploma veren kurumlar durumundadırlar. Sonuçta diplomalı hırsızlar, diplomalı, anarşistler, diplomalı kırıp-döken, yakıp-yıkan bir nesil ortaya çıktı. Şu bir gerçektir ki okullar diploma veren yerler olmasalar belki de kimse okula gitmez. Okullarımızın ilim irfan yuvası haline gelmesi için ciddi ve samimi bir şekilde kafa yorulmalıdır. Geçmişten ve günümüzden iyi dersler çıkarılmalıdır. Geçmişte Tüm insanlık için kültür ve medeniyet kaynağı olan eğitim yöntemlerimizi güncelleştirerek İslami eğitim modelleri geliştirip tüm insanlığı içerisinde bulunduğu buhrandan kurtarmak mümkündür.
Zorunlu eğitim sadece dört yıl olsa ne olur? Bu dört yıla belki bir yıl da anasınıfı eklenerek temel eğitim sadece beş yıl olsa yani okuma yazma, dört işlem vb. temel dersler verildikten sonra isteyenler sanat ve mesleki ortaokul ile liselere gitseler, isteyenlerde akademik eğitime gitseler ne olur. Kişilere sadece diplomalarına göre değil de kişisel ve mesleki kabiliyetlerine, ortaya koydukları beceri ve performanslarıyla değerlendirilirlerse fena mı olur? Acaba. Bu konuyu ilerde inşallah geniş bir şekilde ele alırız. Çünkü üzerinde durulması gereken bir husustur.
Velhasıl-ı kelam hepimiz top yekun bu eğitim sistemi içerinde neler yapıldığına, kendimizin neler yaptığına iyi bakmak durumundayız. İyinin ve güzelin, faydalı ve yararlının, hakkın tesisi için çalışmamakla, batılın hakimiyeti için çalışmak arasında bir fark olmadığını bilmek zorundayız.
Ekrem ULU
07.07.2013
08.07.2013