NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar
“Diktatör bozuntusu!”
Değerli okuyucular, öncelikle sizinle usta bir ressam ile talebesi arasında geçen şu güzel hikâyeyi paylaşmak istiyorum:
“Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış. Herkesin, ustalığını kabul ettiği bir sanatçıymış, onu 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanırlarmış ancak ona kısaca Ranga Guru derlermiş.
Sayısız öğrenci yetiştirmiş. Bunlardan birisinin adı da Raciçi imiş. Eğitimini tamamlayan Raciçi yaptığı bir resmini hocasına sunmuş ve değerlendirmesini istemiş.
Hocası;
“- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Bundan sonra, senin resmini halk değerlendirecek, onun için resmini al ve şehrin en kalabalık meydanına götür, görünen bir yere koy, yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan, beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica et” demiş.
Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde beklemediği bir manzara ile karşılaşmış; tüm resim neredeyse görünmeyecek şekilde çarpılarla dolmuş. Hayal kırıklığı yaşamış ve çok üzülmüş tabi. Emeğini ve yüreğini koymuştu bu tabloya ama kırmızı çarpılarla berbat edilmiş durumda. Bu psikoloji içinde, resmi almış götürmüş hocasına… Üzüntüsü de her halinden belliymiş.
Bilge Hoca, üzülmemesi konusunda telkinlerde bulunmuş ve resmi yeniden yapmasını istemiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve hocasına götürmüş. Hocası, “Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırak, ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına şu notu ekle: Beğenmediğiniz yerleri düzeltmenizi rica ediyorum.”
Raciçi hocasının talimatını aynen yapmış.
Birkaç gün sonra meydana gitmiş ve gördüğü manzara karşısında yine şaşkına dönmüş, çünkü bu sefer de, resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Bu duruma sevinse mi, üzülse mi karar verememiş. Resmi kaptığı gibi hocasına götürmüş.
Bilge Hoca,
“Sevgili Raciçi, tablonun önceki halinde olduğu gibi insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci halde, onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.”
Bu güzel hikâyeden sonra, düşündüğümüzde, her birimizin değer, kıymet bilmeyen ama o derecede de pervasız, hadsiz ve hudutsuz, kendini bilmez insan tiplerini bildiği ve onlarla karşılaştığı malumunuzdur.
Hayatında bir defa, Türkiye’nin önemli bir “Sosyal Kurum”unun başına getirildiğinde, haddini bilip resmin üzerine fırça sallamayanların ötesinde, cehalet ne menem bir şeyse, haddini ve kapasitesini bilmeden yönetmeye kalkışıyor… Tabii ki yönetemiyor ve işi berbat ediyor. Kuruma bağlı tüm kuruluşlar ve birimler acınası bir vaziyet aldığında, bir gazetecinin bu içler acısı durumu ona sorduğu zaman da, “Ne yapayım nüfus çok!” şeklinde, ancak acziyeti belirtecek trajikomik bir cevapla tarihe geçiyor.
Şimdi de, 16.01.2016 tarihinde gerçekleşen kongredeki konuşması da bir kez daha “pes” dedirtecek cinstendi. Bir insan, kongrede genel başkanlığa adaysa, yapacağı konuşmadan ne beklenir? En azından, Ülkenin içinde bulunduğu durumun genel bir profilini ortaya koyması, yapıcı, rasyonel ve ülke yararına olabilecek eleştirilerini sıralaması, sonra da kendisinin yapacaklarıyla ilgili olarak, rakiplerinin aklından bile geçirmediği/geçiremediği projelerden bahsetmesi... Bunları, uzun uzadıya anlatmalı ki bu ülkenin, bu ülke halkının, beklediği liderin bu olduğuna inansın ve onlara umut olsun.
Yok, adamın öyle bir derdi yok! Daha doğrusu böyle bir kapasitesi yok. Oraya davet ettiği konuklarına karşı saygısızca davranmakta ve saygısızca konuşmakta.. Sokak ağzıyla. Kendini kaybetmişçesine homurdanıyor. İşin tuhafı, kendi dinleyicilerinin önünde sergilenen bu aymazlık haline kimsenin ses çıkarmamasıdır. Bir Allah kulu çıkıp da, “Sen ne diyorsun, nasıl böyle konuşuyorsun, sende hiç adap, üslup yok mu? Bütün bir toplumumuzu töhmet altında bırakıyorsun, hepimizi küfürbaz yaptın! Bu ne hadsizlik?” demez mi?
Hayatımda ben, bu kadar kavramlardan ve literatürden habersiz, sözüm ona lider olacak birini görmedim! İnsan olan ağzından çıkanın farkında olur. Cumhurbaşkanına saygısı yok, peki halka da mı saygısı yok? Demek ki yok… Öyle olmasaydı, milletin kahir ekseriyetinin oylarıyla seçilen “Cumhur”un Başkanına, söylemekten hayâ ettiğim kelimeleri sarf eder miydi? Davos’taki adam bile bu ağzı kullanmamıştı/kullanamamıştı.
Şu hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Kullandığı ve kendince tahkir ve küfür ifadesi var ya, aslında bir gerçeğin de ifadesi olmuştur. Dedim ya, fırçayı eline almaktan sakınanlar kadar da, düşünme melekesini yitirdiğinin farkında olamadı. Ne diyordu? “Diktatör bozuntusu”
Peki, “bozuntu” ne demek? Bakıyoruz Türk Dil Kurumundaki karşılığına: “Kendinde bulunması gereken nitelikleri taşımayan kişi” bu tanıma göre Cumhurbaşkanımızda bu nitelikler yokmuş, yani diktatörlük nitelikleri. Peki, kimde var? Çevresindekileri cebren ve hile ile bertaraf edenlerde olabilir mi? Düşünmek gerekir, bu nitelikler kimde var diye.
Ama şu hususları da müsaade buyursunlar da düşünebilelim:
Kan içici, zalim Esed’i hiçbir şekilde eleştirmeyen ve hatta kendi heyetini, onların hizmeti için gönderen, yine darbeciliği ve diktatörlüğü her şekilde sabit olan oryantal Sisi’yi bir gün olsun gündemine taşımayan, Doğu’da halkımızın yaşamını zindan eden ve her Allah’ın günü askerimizi, polisimizi memurumuzu vatandaşımızı, çoluk çocuğumuzu kalleşçe şehid eden insanlık dışı güruhla ilgili bir cümle bile kurmayan bir kafadan bu ülkeye ne fayda gelebilir? Bu halk, ondan ne bekleyebilir ve ona nasıl güvenebilir?
Aslında, yaptıklarına ve olup bitene şaşmamak gerekir, bu adamın siyasi çevresinin ve ondan öncekilerinin, inanç yapısında, etik duruşunda, kültürel genetiğinde; bu toprakların inanç değerlerine, ekonomisine, kültür ve medeniyetine, örf ve ananesine ait bir tek bağlantıya rastlamanız zordur. Doku tamamen farklıdır. Çünkü bu adamın ve siyasi çevresinin ağa babaları ve dedeleri bin yıldır bu topraklarda bozgunculuk yaparak, âleme nizam vermiş büyük bir imparatorluğun yıkılmasına yol açtığına tarih şahittir. Güzel gelişmeler karşısında öfkelerini bastıramıyor, var gücüyle patolojik ruh haliyle güzel olan her şeye saldırıyor. Fakat şükürler olsun ki bu millet, bu yapıyı artık tanıyor ve biliyor. Bunların babaları, dedeleri ve onların zihniyetleri ile nasıl mücadele ettiyse bundan sonra da, bu habis zihniyeti taşıma düşüncesinde olacak olurlarsa şayet, onların torunlarıyla da, bu ülkenin bağımsızlığı ve selameti için kıyamete kadar mücadele edeceğini mülevves beyinleri anlasın…
Sonuç olarak, söylenenlerden anlaşılan o ki, bu “kem söz”lerin sahibi olan bu zat-ı şahanelerin gerçek diktatörlerle bir alıp veremediği yoktur. Bir takım hezeyanlarla dürüst insanlara saldırması da bu yüzdendir.
Bugüne kadar bu ülke için bir tek hizmeti olmayan –varsa söylesin- bu adamın kendi karanlığına son verip kurtulmak istiyorsa eğer, küfrü, hakareti bir kenara bıraksın da bir mum yaksın! Olmaz mı? Tabi eğer ışıktan korkmuyorsa!
18.01.2016