* İLETİŞİM NUMARALARI AYDIN KAYNARPINAR 05054830058ALİ BİLGİÇ 05055020621AHMET BAYAR 05357637429
* KÖTÜ NİYETLİ KİŞİLERİN MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI ART NİYETLE KULLANDIKLARINI TESBİT ETTİK. BU NEDENLE NUMARALARI GİZLEDİK. ULAŞMAK İSTEDİĞİNİZ MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI İLETİŞİM BÖLÜMÜNDEKİ TELEFONLARI ARAYARAK ULAŞABİLİRSİNİZ
  SEYFİ GÜNAÇTI 1971 MEZUNUMUZ EĞİTİMCİ YAZAR
Adana yollarında
  MUSTAFA VARLI 1963 MEZUNUMUZ E.HATAY İL MÜFTÜSÜ
HAYIRLI SABAHLAR
  AHMET BULUT 1970 MEZUNUMUZ EMEKLİ GAZİANTEP İL MÜFTÜSÜ
ŞEFKAT ABİDESİ ANALARIMIZ
  DR ALİ CAYMAZ 1990 Mezunumuz
İMAM-HATİP LER
  SELAMİ KAYTANCI 1971 Mezunumuz Eğitimci
Deve kuşu gibi olmak!..
  GAZİ MERT 1964 Mezunumuz Eğitimci Yazar
ANAMUR’DA BİR İLK: BILDIRCIN ÇİFTLİĞİM
  NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar
Diyanet İşleri Eski Başkanı’nın Mahcubiyeti!
  MUSTAFA AKDAĞ
İmam-Hatipler Yeniden Parlıyor
  İBRAHİM SAY 1999 Mezunumuz
EKMEK ARASI LAHMACUNDAN THE İMAM?A
  ADEM ARMAĞAN 1975 Mezunumuz Şair/Yazar
 
 
Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?
Çok iyi
İyi
Fena değil
Kötü

 
 

NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar

TRT’nin bu “Western/Kovboy” filmleri sevdasını anlamak istiyoruz!

TRT’nin bu “Western/Kovboy” filmleri

sevdasını anlamak istiyoruz!

 

“Geceler rüya görmek içindir, gündüzlerse onların gerçek olmadığını anlamak için.”

                                                                                                                       Bir Kızılderili Atasözü

 

“Neden canlılık yaratmayan bir öğretme, neden etkinliği uyuşturan bir bilim ve neden anlatma yetisi için pahası bir artık-bilgi ve lüks olarak görünen tarih bize gerçekten, Goethe’nin ‘Etkinliğini artırmadan ya da doğrudan doğruya canlandırıp (yaşamıma) bir şey katmadan bana yalnızca bilgi veren her şeyden nefret ediyorum.’ sözleriyle, nefret edilmesi gereken bir şey olarak görünmektedir. Çünkü yaşam için en zorunlu olan bizde henüz eksik de ondan.” diyor, Nietzsche ve ekliyor: “Bizim, yaşama ve eyleme için tarihe gereksinmemiz var… bencil yaşamaların, alçakça davranışların ve kötü yapıp etmelerin ayıbını örtmek için hiç değil.”

Bu bakış açısını ıskalayarak, gelmiş geçmiş tüm medeniyetler hakkında sağlıklı bir görüşe varmanız mümkün müdür?

Antik Yunan medeniyetini, kendini onun devamı niteliğinde gören Roma medeniyetini ve sonraki medeniyetleri anlamadan bugünkü Batı medeniyetinin ruhunu anlamamız nasıl mümkün olur?

Kendi yaşamı için başta insan olmak üzere doğadaki her şeye; hayvana, bitkiye, ağaca, havaya, suya, dereye tepeye, savaş açan bir yapıya nasıl güveneceğiz? İşte bunun için, olayları ve olguları bilinçle takip ettiğimizde, onları anlamak, sözlerinin ve eylemlerinin samimiyetini test etmek daha kolay hale gelecektir.

Bir kere, ana düşüncesi, kendi çıkarı için başkasına hayat hakkı tanımayan Batı’dan ve onun sömürü düşünce yollarından biri olan emperyalizmden bahsediyoruz. Hiç şüphesiz bu yapı sömürü üzerine kurulmuş bir yapıdır. Tarih boyunca, son hızla gelişen sosyal ve siyasi olayların doğurduğu ve geldiği en önemli sonuç da, emperyalist düşüncede yoğunlaşmamış mıdır?

Zihin kodlarında, başkasının hakkına el uzatmak, haksızlık yapmak, haksız kazanç sağlamak, sahip olmak için, elde etmek için her türlü düzeni yakıp yıkmak ve talan etmek olan ve zulüm üzerine kurulu bir yapıdan söz ediyoruz. Merhamet damarları kuruyan bir yapıdan… Bir felsefeden, bir sistemden, bir dünya görüşünden ve hatta her tür fitne ve fesat ocağından bahsediyoruz… Emperyalden, emperyal güçten ve dünyada yaptıklarından…

Bütün bunları söylerken “Beyaz adam”ın Kızılderililere yaptığı insanlık dışı muameleler, hangi birimizin aklına gelmedi? “Batı” kavramında, insanlık düşmanlığı üzerine yoğunlaşmış bir mananın, bir algının, Afrika’sından tutun, Asya’sına Amerika’sına varıncaya kadar yeryüzünün her tarafında vahşetler sergilediğini hepimiz biliyoruz.

Bu tağuti, bu şeytani düşünceleriyle nereye gittilerse, nereye girdilerse orayı kuruttular, dirliği ve huzuru bozdular ve orayı yaşanmaz hale getirdiler. Irak’ta, Afganistan’da ve başka yerlerde hep böyle oldu. Özgürlük dediler, demokrasi dediler, halk dediler… Hepsi fos çıktı, palavra çıktı. Kızılderililerin vatanında da böyle oldu.

Cristof Colomb, sözde bilim adamı! Sözde büyük bir coğrafyacı ve kâşif!  Ne gezer! Meğer o bilimin kâşifi falan değil, o sömürgeciliğin kâşifi ve uç koluymuş! Şöyle buyurmuş;

“Kızılderililer sığ kıyıda, denizde yürüyerek tekneye yaklaştılar. Bizlere çeşitli hediyeler sundular. Kızılderililer; barışçı, yumuşak huylu insanlar ve silah taşımıyorlar, silahın ne olduğunu bilmiyorlar... Onlara bir kılıç gösterdim; keskin tarafından tuttular ve ellerini kestiler. Bu yerliler dünyanın en iyi, en nazik insanları, kötülüğün ne olduğunu bilmiyorlar. Çalmıyorlar, öldürmüyorlar, komşularını kendileri kadar seviyorlar. Her zaman gülüyorlar..."

Kâşifimizin (!) bu güzel değerlendirmeleri yanıltmasın bizi! Asıl iğrenilesi niyetini, efendisine yazdığı mektupta açığa veriyor ve diyor ki:

“Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla tüm bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirip, istediğimiz her şeyi yaptırabiliriz!”

Gördüğü insanlık muamelesine karşılık olarak, “Vay alçak vay! Vay hain vay! Vay nankör vay!” demeyen beri gelsin.

Kızılderililerin anlattıklarını dinleseniz, kafayı yersiniz, bu mahlûkat karşısında. Bir iki örnek verelim:

“Önce bir gemiyle geldiler. Misafirlerimizdi, onları sahilde hediyelerle karşıladık. Silahsızdık; çünkü hiç ihtiyacımız olmadı. Kardeştik, severdik, paylaşırdık. Silahı onlar tanıttı. Tutarken yanlışlıkla elimizi kestik, kanımız aktı. Evlerimize buyur ettik, konuklarımızdılar. Yedirdik, içirdik, yatırdık, hizmet ettik. Topraklarımızı, dağlarımızı, sularımızı, ovalarımızı gezdirdik. Sevindiler. Sevindik!..

Sonra gittiler; memnun ederek uğurladık dostlarımızı!

Bir gün, tam sabah gün doğarken, ak tenli dostlarımız; gemileriyle, çok, çok olarak geldiler. Beklemiyorduk; çok erken gelmişlerdi. Demek sevmişlerdi bizi, toprağımızı, göğümüzü; sevindik.

Çoktular, silahlıydılar; üstelik ellerini de kesmiyorlardı.

Ayakları karaya bastı ve sonra hiç beklenmeyen, olmayacak olan oldu. Şaşırmıştık, acaba ne yapmıştık da beyaz dostlarımız bizleri öldürüyordu.

Evet, ‘Beyaz adam’, bu sefer gülen yüzlerimizi ağlatmaya, varlığımızı yağmalamaya, gençlerimizi köle yapmaya, karılarımıza tecavüz etmeye gelmiş! Şaşırdık!. Neden?

Erkeklerimizi öldürdüler, yaktılar çocuklarımızı ateşte diri diri. Toprağımızı yağmaladılar. Karılarımıza kızlarımıza tecavüz ettiler. Köle diye götürüldük yurtlarına. Sattılar. 

Tanrıya inanmamızı söylüyordu, elinde İncil, siyah cübbeli, beyaz tenli papaz. Reisimiz sordu: ‘Tanrı size bunları yapmanızı mı söylüyor? Cennet dediğiniz yere sizler mi gideceksiniz? Öyleyse; ben sizin olmadığınız yeri, cehennemi seçiyorum. Eğer bizleri değil de, sizleri, zulmünüzü onaylıyorsa tanrınız; böyle bir tanrıya inanmaktansa, inanmamayı yeğlerim!’” (Tosawi)

“…Amerika Kıtası keşfedildiğinde oraya medeniyetlerden önce ölüm geldi. Vahşet, hırsızlık, soykırım... Daha sonra medeniyet gitti mi? hayır!.. Çünkü yerliler, Beyaz adamdan çok daha medeniydi. Hırsızlığı, adam öldürmeyi bilmiyorlardı. Huzur içinde yasayan büyük bir aileydiler...

Beyaz adam Kızılderililerin ülkesine girdiğinde geride en az 15-20 milyon ölü bıraktı... Binlerce yerli; beyaz adamın(!) ülkesinde köle edildi. On binlercesi yollarda gemilerle balıklara yem oldu. Beyaz adamın tarih sayfaları hep kara kaldı. Sayfanın en kara noktasına kızıl bir nokta düştü...”

“Son ağaç kesildikten, son nehir zehirlendikten, son balık yakalandıktan sonra ‘beyaz adam’ paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” (bir Kızılderili sözü)

O günden bugüne değin anlamadığı ortada! Katran karası bir kalbe sahip “Beyaz adam”, barış ve sevgiden anlamaz! Bu duyguları ondan kimse beklememeli. Şimdi de Obama hazretleri kalkmış ‘1915 olayları’ için, hem de Ermenice, ‘Meds Yeghern (Büyük Felaket)!’ diyerek ahkâm kesiyor ve aslında “soykırım” söyleminin kurnazcasını yapıyor! Dikkat edin bunu söyleyen ‘Beyaz adam’ falan değil, içini dışına benzettikleri; kendilerinden biri haline getirdikleri bir adam; zenci bir adam söylüyor! İşte ‘Beyaz adam’ın klasiği, değişmezliği: hem cellatlığı, kan içiciliği ve vahşiliği kimseye bırakmaz, hem de yalan söyler!

Vahşi batı, uzun yıllar, yalan ve dolanlarla örülü felsefesini Hollywood’ ta yaptığı filimler üzerinden gerçekleştirdi. Bu filmlerin en çarpıcı olanları da, western filmleridir. Çocukluğumuzda, hemen hemen hepimiz kovboy filmlerini izlemek için sinema salonlarını doldururduk… Bu filmlerde işlenen ana temayı kim hatırlamaz? Kelle koparan, deri yüzen ‘vahşi Kızılderililer’in anlaşılmaz çığlıkları arasındaki mazlum ve mağdur ‘Beyaz adam’ın kendisi, çocuğu veya karısı… öyle bir algı oluşturuluyordu ki, filmin sonunda, bütün seyirciler, katıksız birer Kızılderili düşmanı olup çıkmışlardır. O duygularla evinin yolunu tutan her yaştan sinema seyircisine artık siz, ‘Beyaz adam’ın talancılığını, Kızılderili halka yaptıkları zulmü ve işledikleri vahşeti anlatabilir misiniz?

Haktan ve hukuktan yana olması gereken TRT ise, bu konudaki yayınlarıyla bizi oldukça şaşırttığını söyleyebiliriz.

Geçmiş yıllardaki “Batılılaşma ihaneti” içerisindeki zihniyete öykünerek mi bugün, her Pazar günü, en izlenebilir bir zaman diliminde; ailelerin kahvaltı saatinde ve sanki Allah’ın bir emriymiş gibi, bu filmleri yayınlamayı alışkanlık haline getirmişler ve bu alışkanlığı hiç sektirmeden devam ettiriyorlar?

Masraflarının her kuruşunu bu milletin sırtından alan TRT yetkililerinin, bu tutumlarını, mutlaka açıklamaları gerekir. Değilse Kızılderili katliamını ve ülkelerini talan eden bu zalimlerin yaptıklarını, insanlara kanıksatmak için, her Pazar, bu filmleri yayınlamak konusunda aralarında bilmediğimiz bir anlaşmanın olduğunu düşünmeye başlayacağız! Kovboy (inek çobanı)un rezaletlerini meşrulaştırıcı filmleri yerine, kendimizi anlatan filmleri yayınlasalar ve bunu bir klasik haline getirseler olmaz mı? 

29.04.2016