NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar
Nasılsınız?
Hayati İnanç, Serdar Tuncer bir kişi daha vardı yanlarında, oturmuş sohbeti koyulaştırmışlardı. Sohbetin konusunu, Twitterda verilen kadarıyla sizinle paylaşmak isterim öncelikle:
Hayati İnanç:Eskilerden biri, ehli İrfandan biri "nasılsınız?" diye sordu. O da boş bulundu herhalde “yirmi bin dirhem borcum var” dedi. Sesini çıkarmadı çekti gitti soran, nesi varsa derledi topladı, sattı, borcu ödedi. “Bir daha kimseye ‘nasılsın’ diye sorarken düşünürüm" dedi. Bu İmam-ı Gazali Hazretleri'nin işaretine de işarettir. Buyuruyor ki Hazret, İmam Gazali: “Merak etmediği, dert etmeyeceği halde "nasılsın?" diye sormak münafıklıkta bir mertebedir” diyor.
Serdar Tuncer: Hocam çok kötü, hani derler ya, ehlüllah, kendinden büyüğe “nasılsın?” diye sormazmış, edebe mugayirdir, Çünkü “nasılsın” dediğin kişinin derdini çözebileceksen “nasılsın” diye sorulur.
Hayati İnanç:Anlamazsın ki… (ardından gülmeler...)
S. Tuncer:Derdinden anlamadığın veya çözemeyeceğin kişiye “nasılsın?” deme! Bu da müthiş bir ölçü değil mi?
H. İnanç:Tabiii...
S. Tuncer:Ne kadar ucuz kullanıyoruz, ne haber... Nasılsın? İyiyim...[1]
***
Konuşmalar böyleydi, böyle mi devam etti bilmiyorum. Buraya kadar verilen mesajın ne olduğuna ve ne anlamamız gerektiğine bakmamız lazım. Çok hassas bir konu üzerinde sohbet ettikleri kesin! Belki de toplumdaki her bir bireyin birbirlerine karşı davranışlarını değiştirecek bir vaziyet alışın örnekleri verilmektedir, hem de örnekliklerinin kabulü herkesçe müsellem objeler üzerinden… Ve yine bu konu, her biri kendi alanında uzman kişiler olduklarından kuşku olmayanlar tarafından dile getirilmektedir. Ancak bu saygın kişilerin uzmanlıkları ne kadar şüphesizse gelin görün ki buradaki verilen mesajlarının da o kadar eksik ve yanlış bir algı oluşturduğu/oluşturacağı da şüphesizdir. Kaş yapayım diyenlerin de maksadı göz çıkartmak değildir elbet, amma velakin bu niyet onların gözü çıkarmalarına engel olamamıştır.
Biz de farkındayız; eyyamcılığa, samimiyetsizliğe, ikiyüzlülüğe göndermedir, buradaki yapılan tatlı tatlı sohbet! Bilinmez mi ki, çıkılan yolda, yoldaşın kaç ayar çektiğini bilmenin ne kadar önemli olduğu ve bu yolda yürümenin zorluğu! Hiç güvenmeden ve birbirine yaslanmadan, korku, endişe ve ürkeklik içinde çekilir mi hayat? Hal buysa eğer, o zaman tutulan her dalın elde kaldığı, beraber olduğun arkadaşın seni ne zaman arkadan hançerleyeceği vesvesesinin paranoyaya dönüştüğü bir toplumda yaşanır mı sizce? Çıkarı için en yakınını satan bir zihniyetin mensubu olanlarla mı huzur bulacak bu toplum? Güven içinde yaşanır bir toplum inşa etmek için bunun çareleri aranması gerekirken farklı şekilde ve farklı yönden konuya yaklaşarak bağlamından koparmak, doğrusu pek isabetli olmamıştır. Söylenende biraz maksadı aşarak, biraz da abartı sanatını kullanarak konuya yaklaşıldığı görülmektedir. Ehli İrfandan birinin bir konudaki kendine özgü ve bir başkasını bu manada bağlamayacak olan yorumunu olumlu ve olumsuz yönlerini göstermek varken yaşadığı hikâyeden olumsuzluk çıkarmak ne akıl! Hem de İslami naslara, örf ve adetlere uymayacak tarzda. Sahabe döneminde de Peygambere gelerek sürekli oruç tutacaklarını, sürekli namaz kılacaklarını ve sürekli ibadet ederek hiç evlenmeyeceklerini söyleyenler olmuştur. Ancak onları, bu dinin elçisi,
“Allah’tan en çok korkanınız, O’nun emirlerine uyma konusunda en hırslı olanınız ben olduğum halde ben de bazen oruç tutuyorum, bazen de tutmuyorum, gecenin bir bölümünde ibadetle meşgul oluyorum, diğer bölümünde de uyuyorum ve kadınlarla da evleniyorum” (Buhârî, Nikâh 1) buyurarak uyarmıştır. İslam’da ibadet anlayışının da nasıl olması gerektiğini belirtmiş ve bireyi toplumdan soyutlayan bir ruhban anlayışını onaylamamıştır.
Gelelim mevzubahis olan hal hatır sorma konusuna, bilelim ki, yanlış anlayışlar, her zaman doğrusuyla düzeltilir. Mesela bizde yaygın olan anlayışlardan biri küçüğün büyüğe selam vermesi beklenir. Hayret nereden çıkar böyle bir anlayış! Halbu ki selamı önce veren sevabı kapar. Demek ki burada nefis-gurur işe karışmaktadır. Bunun gibi küçüğün büyüğe "Nasılsın?" diye sormasını edebe mugayir bulmak da böyle bir şey! Küçüğün büyüğe "Nasılsın?" demesinin saygısızlık olduğunu size kim söylemiş? Küçük de büyüğe, büyük de küçüğe sormalı "Nasılsın?" diye. Ne var bunda? Esasen büyük de hal ve hatırının sorulmasını istemez mi? Kim istemez, kendisiyle ilgilenilmek anlamına gelen soruyu? "Ömür Dediğin" programlarda kapısının çalınmasını bekleyen nice büyüklerin pencerelerden hasret dolu bakışlarla baktıklarına dikkat etmediniz mi hiç? Biri gelse de çalsa kapılarını, hal hatırlarını sorsa... Bu terbiyesizlik veya saygısızlık mıdır? Hayır hayır değil, belki de en büyük saygıdır, vefadır.
Peki, bize ne oldu, nedir burada kafamızı karıştıran durum? "Nasılsın?"ın içi boşaltılmış… Olan bu! Burada sorgulanması gereken "nasılsınız?” diye soran değil, aksine değerleri kimin ve nasıl değersizleştirdiği, nasıl içini boşalttığıdır esas olan. Kim kuru kuru bir "Nasılsınız?" sözcüğünden bahsedebilir ki? Kast edilen bu mu? Elbette değil! Tabii ki gereğini ilzam eder. Ama sahibini, sonsuz ve kaldırılamayacak bir yükün altına sokarak, sorduğuna soracağına pişman etmez! Allah bile kuluna kaldıramayacağı yükü yüklememektedir. Gücü oranında elini taşın altına sokmaktan daha büyük erdem olabilir mi? İstenen de bu değil mi? Yoksa ne diye “Komşusu açken tok yatan bizden değildir!” desin ki Peygamber? Hani burada küçük-büyük ayırımı, var mı böyle bir şey? Yaşça küçük bir komşu, sahip olduğu kuru ekmeğini, hiç ekmeği olmayanla paylaşmak isterse, hiç ona denir mi ki, “Yaşına başına bakmadan, bir de halin ortadayken kalkmış yaşlı komşunun hatırını soruyor, ekmeğini paylaşıyorsun?” Tersliği görüyorsunuz değil mi? Rabbimize şükür ki meseleyi keyfilikten çıkarmış!
Burada mesele konuyu daraltmadan geniş bir çerçeveden ele almaktır, aksi takdirde çevremizde bize "nasılsınız?" diye hal hatır soranı bulmamız zorlaşacaktır. Zaten aynı apartmanın insanları bile birbirleriyle selamlaşmazken veya zoraki selamlaşırken... bırakın da çocukların terbiyesizlikleri bu olsun!
Lütfen akli selimimizle meseleye bakalım! Allah kimseyi sıkıntıya düşürmesin, ama bir Müslüman sıkıntıya düşerse elbette ki selamlaştığı, merhabalaştığı en yakınına gidecektir. Bizim inancımızda da, kim bir mümin kardeşinin sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet gününde onun sıkıntısını gidermiyor muydu? Bu inancı ve ölçüyü de mi kaybediyoruz yoksa? Bir kimsenin maddi gücü yoksa ona, düşmüşe arkasını dönme hakkı mı veriliyor farkında olmadan? Bu nasıl bir maddi bakış, Allah aşkına! Parası yoksa, gücü yoksa, kardeşinin yanında olmak için sözü de mi yok, ruhu da mı yok, duruşu da mı yok, bütün benliğiyle varlığı da mı yok?
Bütün mesele samimiyette, hani biz ona ihlas diyoruz ya işte o. Önemli olan kavramları, değerleri ile anlamlarıyla kavramaktır bence...
Gönülden "nasılsınız?" diyenlere selam olsun!
[1]https://mobile.twitter.com/sairulazam/status/1097596571062095876?s=12 (erişim tar.07.03.2019)
8.3.2019