* İLETİŞİM NUMARALARI AYDIN KAYNARPINAR 05054830058ALİ BİLGİÇ 05055020621AHMET BAYAR 05357637429
* KÖTÜ NİYETLİ KİŞİLERİN MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI ART NİYETLE KULLANDIKLARINI TESBİT ETTİK. BU NEDENLE NUMARALARI GİZLEDİK. ULAŞMAK İSTEDİĞİNİZ MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI İLETİŞİM BÖLÜMÜNDEKİ TELEFONLARI ARAYARAK ULAŞABİLİRSİNİZ
  SEYFİ GÜNAÇTI 1971 MEZUNUMUZ EĞİTİMCİ YAZAR
Adana yollarında
  MUSTAFA VARLI 1963 MEZUNUMUZ E.HATAY İL MÜFTÜSÜ
HAYIRLI SABAHLAR
  AHMET BULUT 1970 MEZUNUMUZ EMEKLİ GAZİANTEP İL MÜFTÜSÜ
ŞEFKAT ABİDESİ ANALARIMIZ
  DR ALİ CAYMAZ 1990 Mezunumuz
İMAM-HATİP LER
  SELAMİ KAYTANCI 1971 Mezunumuz Eğitimci
Deve kuşu gibi olmak!..
  GAZİ MERT 1964 Mezunumuz Eğitimci Yazar
ANAMUR’DA BİR İLK: BILDIRCIN ÇİFTLİĞİM
  NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar
Diyanet İşleri Eski Başkanı’nın Mahcubiyeti!
  MUSTAFA AKDAĞ
İmam-Hatipler Yeniden Parlıyor
  İBRAHİM SAY 1999 Mezunumuz
EKMEK ARASI LAHMACUNDAN THE İMAM?A
  ADEM ARMAĞAN 1975 Mezunumuz Şair/Yazar
 
 
Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?
Çok iyi
İyi
Fena değil
Kötü

 
 

GAZİ MERT 1964 Mezunumuz Eğitimci Yazar

TESADÜF MÜ ; TASARIM MI , YA DA ALLAH?IN VARLIĞINI AKIL YOLUYLA ANLAMAK

Değerli okuyucularım.

Bugünkü sohbet köşemde  Allah’ın varlığı üzerinde duracağız.

Allah’ın varlığını akıl yoluyla anlamak…

Niçin bu konuyu seçtim?

Biliyorsunuz….

Ulusal ve mahalli basında , değişik Gazete ve İnternet gazetelerinde SORUN SÖYLEYELİM diye birkaç tane köşem var.

Buraya gelen soruları cevaplandırmaya çalışıyorum.

Bundan birkaç ay önce bir Televizyon Programında Dünyanın yaratılışıyla ilgili bir program izlemiştim.

“Tesadüf mü, Tasarım mı ” diye bir program…

Programda konuşmacıların bir kısmı Kainatın Allah tarafından yaratıldığını anlatırken bir kısmı Tesadüfen meydana geldiğinden bahsediyordu.

İşte Bursa’dan bir okuyucum, emekli bir öğretmen arkadaşım, sayın Cemal AKÇA bey  bana bu konuda bir soru sordu.

Ben de sorunun cevabını gazetede yayınladım.

Şimdi aynı konuyu siz değerli okuyucularımla da paylaşmak istiyorum.

Okuyucum özetle diyordu ki:

“Allah’ın varlığı ve birliği üzerinde herhangi bir tereddüdüm yok. Allahı’n varlığına inanıyorum.

Ancak şairin: “Ağlarım, ağlatamam, hissederim söyleyemem. Dili yok kalbimin…”dediği gibi Allahın varlığını anlıyorum, anlatamıyorum. Hissediyorum, söyleyemiyorum.

Allah’ın varlığına akıl yoluyla nasıl ulaşabilir? Akıl ile Allah’ın varlığını anlamak mümkün müdür? İnanıyorum, anlatamıyorum.

Çevremdeki insanlara anlatmak istiyorum. Nasıl anlatabilirim?

Lisede okuyan kızım da sordu. Cevap veremedim . Kızımın inançsız yetişmesini istemiyorum.

Allahın varlığını akıl yoluyla nasıl anlayabiliriz? “

İşte sorusu bu şekildeydi.

Ben de sayfalarımın yettiği ölçüde cevaplandırmaya çalıştım.

Şimdi aynı konuyu şu güzel sohbet yazısında sizlerle de paylaşmak istiyorum:

Evet…

Kainatı yaratan ve evrendeki varlıkları idare eden Yüce Allah’ın varlığı münakaşa edilemeyecek şekilde akli ve nakli delillerle ispatlanmış durumdadır.

Değişik meslek dallarına mensup ilim adamları tarafından Allah’ın varlığı konusunda bazı akli deliller ortaya konmuştur.

Allah’ın varlığını anlamak için delil aramaya da ihtiyaç yoktur.

Normal düşünebilen her insan Allah’ın varlığını aklıyla bulur ve Allah’ın varlığına inanır.

Değerli kardeşlerim.

Ortaya koymaya çalışacağımız akli deliller sadece insanları uyarmaya ve insanlarda doğuştan var olan bilgileri geliştirmeye ve düzenlemeye yöneliktir.

İnsan evrende yaşayan varlıkların en mükemmelidir.

İnsan vücudu diğer Canlılarla mukayese edilemeyecek kadar harika bir yapıya sahiptir.

Sırlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz.

Dünyamızdaki ve kâinattaki sırları çözebilme kabiliyeti dağlara, taşlara ve diğer canlılara değil, sadece insanlara verilmiştir.

Düşünebilme ve olaylar karşısında karar verebilme kabiliyeti sadece İnsanlara verilmiştir.

Yaratılmışların en mükemmeli olan insanlar doğruyu bulmak, gerçeği görmek ve doğrular karşısında düşünmek zorundadır.

Denizlerdeki, göllerdeki, nehirlerdeki hatta akvaryumlardaki balıklar, kafesteki kuşlar ömürleri boyunca denizlerinde göllerinde, nehirlerinde, akvaryumlarında, kafeslerinde biteviye dolanıp dururlar.

Onlar için başka denizler, göller, nehirler, akvaryumlar ve kafesler yoktur.

Onlar için ayrıca dağlar, güneş, ay ve yıldızlar, gezegenler, mevsimler de yoktur.

İnsanlar için hayat böyle değildir.

İnsanlar; balıklar ve kuşlar gibi bazı olayları göremez, işitemez, düşünemez, hissedemezse, balıklardan ve kuşlardan farkı kalmaz.

İnsanlar tarafından en öncelikle bilinmesi gereken varlık Allah’tır.

İLKEL KABİLELERDE BİLE ALLAH İNANCI VARDIR.

Nasıl mı?

Evet aziz dinleyenlerim.

Allah inancı geçmiş dönemlerin en ilkel kabilelerinden bile mevcuttu.

Bazılarının ortaya attığı gibi ilkel kabilelerde bile Allah inancı korku ve vehim neticesinde ortaya çıkmamıştır.

İptidai ve ilkel kabilelerde Allah inancı vehim ve korku neticesinde ortaya çıksaydı korkunun kaybolmasından sonra, Allah inancının da ortadan kalkması gerekirdi.

En ilkel kabilelerde bile var olan Allah inancı insanların medeniyet yolunda dev adımlarla ilerlemesiyle birlikte gelişmiş ve en medeni milletlerde bile bu inanç insanlar tarafından benimsenmiştir.

İnsan hayatı gelişen ve değişen dünyada bu gelişme ve değişmelere paralel olarak Allah inancı ile yoğrulmuştur.

Yüz binlerce yıl önce yaşayan ilk insanlar günümüz insanının yaşayışından çok farklı bir görünümdeydi.

Mağaralarda yaşayan bu insanların evleri, giyecekleri, kullanabilecek eşyaları bile yoktu.

Yırtıcı hayvanlarla mücadele ederken, silahtan bile yoksunlardı.

İlkel insanlar zamanla zekâlarını kullanarak, yırtıcı hayvanlardan korunmak ve avlanabilmek için, ağaç ve taş parçalarından silah yapmışlardı.

Tarih öncesi çağdan tarihi çağlara geçiş ilkel insanların zekalarını kullanarak, yazıyı bulmalarından sonra başlamıştır.

Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Maden Devri adıyla üç büyük dönem geçiren tarih öncesi çağların insanları bu dönemler içerisinde yaşadıkları mağaralarda kendilerinden üstün olduğuna inandıkları varlıkların resimlerini yapmışlar ve bunlara tapmışlardır.

Kendilerinden daha güçlü olduğuna inandıkları hayvanlara, ay’a, güneş’e, yıldızlara, ateşe, atalarının ruhlarına tapınmak lüzumunu hissetmişlerdir.

Tarih çağları dediğimiz İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ ve Yakınçağ’da insanlar şehir, kasaba, köyler, daha büyük yerleşim yerleri, hükümdarlıklar, devletler kurmuşlar gelişe-gelişe günümüze kadar gelinmiştir.

Bu çağlar içerisinde ister ilkel olsun ister medeni olsun insanların zihninde mutlak bir Allah inancı mevcuttur.

Çünkü insanlarda Allah’ın varlığını anlayabilme ve kavrayabilme özelliği vardır.

Kâinatın var oluşu, güneş sistemi, galaksiler, insan vücudunun yapısı, geceyle gündüzün art arda meydana gelişi, mevsimlerin oluşumu insanlarda bir yaratıcı fikrini ortaya koymuştur.

Her ne kadar bazı kişiler tarafından kâinatın yaratılmadığı, yoktan var edilmediği, kendi kendine var olduğu, kendiliğinden var olmaya devam edeceği söyleniyor ise de akılcı düşünen insanlar için kainatın bir yapıcısının, yaratıcısının olduğunu kabul etmek daha mantıklı gözükmekte ve daha rahatlatıcı olmaktadır.

KÂİNATIN VARLIĞI DA ALLAH’IN VARLIĞININ İSPATIDIR..

Sevgili Kardeşlerim.

İlim adamları tarafından, kainat’ın var oluşu ile ilgili pek çok araştırmalar yapılmıştır.

Bu araştırmaların bir kısmı kâinat’ın hiçbir güç olmadan kendi kendine meydana geldiği, bir kısmı da kainatın ve kainattaki canlı ve cansız varlıkların bir güç tarafından meydana getirildiği fikrine yönelik çalışmalardır.

Kâinatta gazlardan oluşan çok büyük bulutlar bulunmaktaydı.

Gaz bulutları sabit olmadığı ve devamlı döndüğü için zamanla parçalanmıştır.

Parçalanan bölümler dönmeye devam ederken, sıkışmış ve küre şeklini almıştır.

Havanın içindeki hararet de artmış, merkezde bulunan hidrojen helyuma dönüşmüş ışık ve ısı neşretmeye başlamıştır.

Parçalanan gaz; Galaksileri, yıldızları ve güneş manzumesini meydana getirmiştir.

İşte bütün bu oluşumlar kendiliğinden, tesadüfen meydana gelemez.

Gaz bulutlarını devamlı döndüren, parçalanan bölümleri sıkıştıran ve küre şeklini aldıran, havanın içindeki hararetin artmasını sağlayan, galaksileri, yıldızları, güneş manzumesini meydana getiren bir güç vardır.

Bu güç, her şeyi yaradan ve yoktan var eden Allah’tır.

Sonradan meydana geldiğine inanılan her varlık, kendisini yoktan meydana getiren bir “yaratıcı” tarafından meydana getirilmiştir.

Varlığını kabul etmek zorunda olduğumuz âlem’in yaratıcısız olarak kendiliğinden meydana gelmesi mümkün değildir.

Var olan bir madde kendiliğinden meydana gelemez.

Maddeyi meydana getiren bir el olması, bir güç bulunması gerekir.

Var olanın bir var edicisinin olması gerçeğinden hareketle kâinat’ı var eden gücün Allah olduğunu rahatça belirtebiliriz.

Allah tarafından yaratıldığına inandığımız kâinat’ın, zamanında bir boşluk olduğu, kâinatta görülen olay ve değişikliklerin, zerrelerin değişmesinden oluştuğu da söylenmektedir.

Amacımız kâinatın nasıl oluştuğunu anlatmak değildir.

Bu oluşumları sağlayan bir güç olduğunu, bu oluşumların tesadüfen meydana gelemeyeceğini vurgulamak istiyoruz.

Bazı fikir ve düşünceler vardır ki bunlar insanla birlikte doğar.

Bu fikir ve düşüncelerden biri de Allah inancıdır.

Allah kâinat’ın ve kâinattaki düzenin, plan ve programının yapıcısı, uygulayıcısıdır.

TESADÜFLER KONUSUNA GELİNCE…

Değerli okuyucularım.

Kâinat ve kâinattaki nizam ve ahenk kendiliğinden tesadüfen meydana gelemez.

Bir örnekle bunu anlatmaya çalışalım:

Küçük kâğıt parçaları üzerine 1′den 10′a kadar rakam yazalım.

Bir torbaya rakam yazılı kağıtları koyalım ve iyice karıştıralım.

Bu rakamları 1′den 10′a kadar torbanın içinden sırasıyla çekmeye çalışalım.

1 numaralı kâğıdı çekme ihtimalimiz 10′da 1′dir.

Çektiğimiz kâğıdı tekrar torbaya koyup karıştıralım.

2 numaralı kâğıdı çekme ihtimalimiz 100′de 1′dir.

Bu kâğıdı tekrar torbaya koyup karıştıralım.

3 numaralı kâğıdı çekmeye çalışalım.

3 numaralı kâğıdı çekme ihtimalimiz 1000′de 1′dir.

3′ün arkasından 4 numaralı kâğıda çekme İhtimalimiz, 4′ün arkasından 5 numaralı kâğıdı, 5′in arkasından 6 numaralı kâğıdı çekme ihtimallerimiz ve 1 den 10′a kadar bütün kâğıtları peş peşe çekme ihtimalimiz neredeyse milyarlarda bir ihtimaldir.

Kâinatın da kendiliğinden meydana gelme ihtimali ancak milyarlarda bir ihtimaldir ki bu da adeta imkânsızdır.

Kâinat milimetrik hesaplarla düzenli bir şekilde yaratılmıştır.

Kâinatta ve kâinattaki varlıklarda o kadar ahenkli bir düzenleme vardır ki bu ahenkli ve uyumlu düzenleme tesadüfen meydana gelemez.

Güneş sistemi, ay ve yıldızlar, gece ile gündüz, mevsimler, dünyadaki canlılık düzenli bir şekilde varlıklarını sürdürmektedirler.

Ahenkli bir şekilde devam eden bu hareketlilik tesadüflerle izah edilemez.
İnsan aklı bütün bunları anlayabilecek kapasitede yaratılmıştır.

İnsanlar dogmatik olarak zihinlerinde bir yaratıcı tasavvur ederler.

Aklı başında olan her insan kendisinden üstün yüce bir varlık tasavvur eder.

Kullanılmakta olan her eşyanın bir yapıcısı olduğunu varsayması gereken insanoğlu Allah tarafından yaratılanları da bilmek durumundadır.

Yeryüzü; yeryüzündeki denizler, nehirler, göller, ırmaklar, dağlar, insanlar, hayvanlar, gökyüzü; gökyüzündeki güneş sistemi, gezegenler, ay ve yıldızların kendiliğinden meydana geldiği düşünülemez.

Hiçbir şey kendiliğinden var olamaz.

Ay’a gönderilen araçlar, son model taksi, otobüs, trenler, uçaklar, modern savaş aletleri, apartmanlar, ev eşyaları, yollar, köprüler, kendiliğinden meydana gelemez.

Üzerimize giydiğimiz elbisenin bile bir yapıcısı olması gerekir.

Bütün bunlar insanoğlu tarafından meydana getirilmiştir.

İnsanlar tarafından icat edilen robot ya da makine eli değmeden bu saydıklarımızın ve daha bunlara benzer binlerce alet edevatın tesadüfen kendi kendine meydana gelmesi düşünülemez.

Tıpkı 1′den 10′a kadar yazılan rakamların tesadüfen 1′den 10′a kadar çekilemeyeceği gibi…

Bu saymaya çalıştıklarımız nasıl insanlar tarafından yapılmış ise, yani bunlar nasıl bir yapıcısı olmadan kendiliğinden meydana gelemeyecek ise, aynen bunun gibi güneş sisteminin, yeryüzünün, gökyüzünün, yeryüzündeki ve gökyüzündeki insanlar tarafından yapılmayan yaratılmışların da bir yapıcısı olmadan kendiliğinden meydana gelemeyeceğini düşünmek en akılcı bir düşünüş tarzı olsa gerektir.

 GÖKYÜZÜNÜN, YERYÜZÜNÜN MEYDANA GELİŞİ DE ALLAH’IN VARLIĞINA İŞARET ETMEKTEDİR…

Evet….

Aynen öyledir.

Göklerin ve yerin meydana gelişi ile ilgili olarak bazı nazariyeler ortaya atılmıştır.

Bu nazariyelerden birine göre gökler ve yer şu şekilde meydana gelmiştir:

Kâinat başlangıçta toz ve duman şeklindeyken cansız varlıklar meydana gelmiş daha sonra yer gökyüzünden ayrılmış yer kabuğu oluşmuş sonra dağlar nehirler meydana gelmiş bundan sonra da hayatın başlangıcı ile bitkilerin, hayvanların, insanların meydana gelmesi ortaya çıkmıştır.

İki semavi cismin toz ve duman halinde çarpışması sonucu gökler ve yeryüzünün meydana gelişinden günümüze kadar yaklaşık 5 milyar senenin geçtiği ancak insan varlığının izlerine 300 bin sene öncelerinde rastlandığı söyleniyor.

Bu doğruysa, insan varlığının izleri ancak 300 bin sene geriye gidebilmekte ve daha önceki dönemlerde insan izine rastlanmamaktadır.

Önce toz duman… Sonra cansız varlıkların meydana gelişi… Sonra yerin semada ayrılışı… Sonra yer kabuğunun oluşması… Sonra dağların, nehirlerin meydana gelişi… Sonra hayatın başlangıcı…

Bitkiler, hayvanlar ve insanların meydana gelişi…

Bir şey var olmadıkça başkasını meydana getiremez.

Hiç bir şey tesadüfen kendi-kendine oluşamaz.

Varlıklar içerisinde değişiklikler olabilir, ancak hiç bir varlık yok olamaz.

Su buhar olur, yağmur olur sonuçta yine suya dönüşür.

 GÖZLE GÖRÜLMEYENLERE İNANMAK KONUSUNA GELİNCE …

Değerli dostlar.

Gözle görülmeyenlere de inanılması gerektir. Her şey gözle görülmeyebilir.

Ruh, akıl, can koku, rüzgar, Allah, gözle görülmez.

Ancak bunların varlığını inkar etmemiz de mümkün değildir.

Ruh: Gözle görülmez. Ancak hissedilerek varlığı kabul edilir.

Akıl: Gözle görülmez. Ancak varlığı kabul edilir. İnsan beyni parça-parça edilse beynin İçinde aklı görme imkânı yoktur.

Akıl gözle görülmediği için inkâr edilemez.

Can denen varlığı anlayabilmemiz de zordur. Ağırlığı, eni boyu yoktur. Bir kudret olduğu da muhakkaktır. Büyüyen bir kök kayayı çatlatır.

Can hayattır… Hayat bir heykeltıraş gibidir. Heykeltıraşa benzettiğimiz can-hayat yaşayan canlılara hayat verir, vücut verir.

Can-Hayat bir kimyacıdır. Güllerin kokusu, sebze ve meyvelerin tadı hayat yüzündendir.

Hayat bir ressam gibidir. Her ağaca bir şekil, her canlıya bir görünüm, her yaprağa bir renk, her çiçeğe bir desen verir.

Hayat bir müzisyen gibidir. Her sanatçıya bir güzel ses, her kuşa bir ötüş, her böceğe bir anlaşma sesi verir.

Can da, hayat da gözle görülmez. Varlığı da inkâr edilemez.

İnsanın parmağının ucuna bir iğne batsa, kolu ayağı kırılsa, ayağına taş düşse acır.

Göremediğimiz halde can’ın varlığı da inkar edilemez.

İnsanın burnuna bir lale, sümbül, begonya, gül…yaklaştırılsa onun kokusu hissedilir.

Doğalgazda kaçak olsa kokusu hissedilir.

Uzakça bir yerde hayvan leşi olsa kokusu hissedilir.

Kullanılan etlerin, kolonyanın kokusu hissedilir.

Gözle görülmediği halde kokunun varlığı da inkar edilemez.

Rüzgâr da gözle görülmez. Saatte binlerce kilometre hızla giden rüzgârı çıplak gözle görme imkânımız yoktur.

Hava da gözle görülmez.

Gözle görülmediği halde Ruh, Akıl, Can, Koku, Rüzgar, Hava nasıl inkar edilemiyor varlığı kabul ediliyorsa görmediğimiz Allah’ı da yarattıklarına bakarak anlamamız mümkündür.

Her şeyi madde ile izah etmeye çalışan bazı insanlar kainat ve kainattaki varlıkların atom ve zerrelerden kendiliğinden meydana geldiğini söylemekte ve olayları tecrübeye dayanarak izah etmeye çalışmaktadırlar.

Kâinatın oluşumunun tecrübeyle meydana geldiğini söylemek akılcı değildir.

Madde ve hareket tecrübeyle kendi kendine oluşmuş olsa aradan geçen zaman dilimleri içinde maddenin yok olması, hareketin de durması gerekirdi.

Durmakta olan bir topa dokunulmaz ya da rüzgâr etki etmez ise ilk hareketlilik meydana gelmezdi.

Top hareket etse bile bir müddet sonra duracaktır.

Herhangi bir etkiyle ilk hareketlilik verilmezse topun hareket etme şansı yoktur.

İlk hareketliliği veren bir güç olmasa kesinlikle top hareket etmeyecektir.

Hareket halinde olan evren’e ve evrendekilere ilk hareketliliği veren bir güç olmasa evren ve evrendekiler de hareket etmeyecekti.

Öyleyse evrende ve evrendekilere bu hareketi veren bir güç olmalıdır.
İşte bu güç de Allah’tır.

 HİÇ BİR ŞEY KENDİLİĞİNDEN …

HİÇ BİR ŞEY TESADÜFEN OLAMAZ…

Evet sevgili okuyucular….

Kainatın meydana gelişini tesadüflere bağlayamayız…

Atom: Maddenin en küçük parçasıdır. Elektron, proton ve nötronlardan meydana gelir.

Atomda insanlardaki gibi şuur ve akıl yoktur.

Gözle görülmeyen, hareket halinde olan elektron, proton ve nötron’dan oluşan atomcuklar birleşerek muhteşem eserler meydana getiriyor.

Hiçbir şey tesadüfen kendiliğinden birleşip ayrılamayacağı dikkate alınırsa bu birleşmeyi ve hareketliliği sağlayan bir güç akla geliyor.

Bir masa ve sandalyenin bile meydana gelebilme için ağacının ormandan getirilmesi, ustanın ağaca şekil vermesi gerekmektedir.

 GELELİM GÜNEŞ SİSTEMİ, AY VE YILDIZLAR ‘a … 

Yukarıda belirtildiği şekliyle Allah tarafından yaratılan varlıklar içerisinde Güneş sistemi, ay ve yıldızların, dünyanın durumu gerçekten araştırmaya değer olaylardır.
Güneş dünyaya biraz yakın olsa her şey yanacak, biraz uzak olsa her şey donacaktır.

Bu olay deneylerle bile gösterilebilecektir.

Güneş belli bir galaksiye ve bunun içerisinde planlı bir kanuna tabi olarak işlevini sürdürmektedir.

Galaksi: Orta yeri kenarlarından daha şişkin, tıpkı diske benzer görüntüde dağılmış binlerce sayıda yıldızları içine almaktadır.

Güneş bu disk’in merkezinden daha uzak bir yerde bulunmaktadır.

Biçimi Disk’e benzeyen galaksimiz kendi ekseni etrafında dönmektedir.

Güneş ise dairevi bir yörünge çizerek aynı merkezin çevresinde uydusu olan bu galaksi ile birlikte dönmektedir.

Ay dünyanın bir uydusudur. Kendi ekseni etrafında dönerek yörüngesinde hareket etmektedir.

Ayın yörüngesi yer etrafında daireye yakın bir eğiktir.

Güneş, bünyesinde meydana gelen yanmanın sonucu çeşitli ısı ve ışık nakleden bir yıldızdır.

Ay tıpkı dünyamız gibi güneş sistemine bağlıdır. Ay dünyaya biraz daha yakın olsaydı met-cezir olayları sebebiyle bütün kıtalar günde 2 defa sular altında kalırdı.

Dağlar aşınmadan dolayı yok olurdu.

Ay; Güneşten aldığı ısıyı yansıtan, ışık kaynağı olmayan, dış tabakası sönmüş bir gök cismidir.

Güneş kendi ekseni etrafında, ay ise hem kendi hem de güneşin etrafında dönmektedir.

Dünya mihveri etrafında saatte 1000 mil süratle döner.

500 mil olsa geceyle gündüz daha uzun olacak ve bu uzun günler nedeniyle bitkiler mahvolacaktı.

Dünyanın 23 derece bir meyille eğik durması, mevsimlerin meydana gelişini sağlamaktadır.

Dünyamızda böyle bir eğiklik olmasaydı Okyanustan’ tan yükselen buharlar kuzey ve güneye akın edeceklerdi.

Dünyayı saran atmosfer muayyen bir kalınlıktadır.

Bu kalınlık biraz fazla olsa güneş ışınları dünyaya daha az ulaşacak ve her şey donacaktı.

Atmosfer biraz ince olsaydı meteorlar dünyayı mahvedecekti.

Bütün bunlar tesadüfen meydana gelmemiştir.

HAYVANLAR ÂLEMİNİ İNCELEDİĞİMİZ ZAMAN DA ALLAH’IN VARLIĞINI ANLAMAMIZ MÜMKÜNDÜR.…

Gerçekten hayvanlar âleminin yaşayışları da insanları hayrete düşürecek kadar muhteşemdir.

Örümceğin, ipek böceğinin, arıların, balıkların yaşayışlarını incelediğimiz zaman bunların yaşayışlarını düzenleyen kudretli bir varlık akla gelir.

Hayvanlarda görülen harikulade yaşayış, onlarında bir yaratıcısı olduğunu gösteriyor.

Eşek arısı yavrulıyacağı zaman yumurtalarının bulunduğu yere bir çekirge bırakır.

Çekirgeyi öyle bir yerinden sokar ki çekirge ölmez. Kaçamaz da… Sersemlemiş vaziyette eşek arısı yavrularının çıkmasına kadar bekler.

Yumurtadan çıkan yavrular önlerinde tıpkı konserve edilmiş et gibi çekirgeyi bulurlar.

Parça-parça koparmak suretiyle çekirgenin etini yerler ve böylece yaşamlarını sürdürürler.

Ana eşek arısı yumurtalarını bıraktıktan sonra bir daha geri dönmez.

Acaba ilk eşek arısı da aynı şekilde mi hareket etmiştir?

Bu olayın sevk-i tabii ile izahı da mümkün değildir.

Yılan balıklarının yaşantısı da akıllara durgunluk verecek şekildedir.

Yılan balıkları yavrulıyacağı zaman dünyanın her tarafındaki göl ve nehirlerinden, okyanuslardan gelerek Bermuda Adaları ‘nın yakınında bulunan derinliklere yavrular ve ölürler.

Yılan balıklarının yavrularının yaşaması için mutlaka Bermuda Adalarının yakınındaki derinliklerin iklim şartları gereklidir.

Yumurtadan çıkan yavrular, tekrar annesinin geldiği yolu takip ederek, annesinin yaşadığı nehre, göle gider ve yaşamlarını burada sürdürürler.

Yılan balığının yaşayabilmesi için gittiği yerin iklim şartları gereklidir.

Yüzlerce yılan balığı değişik göl ve nehirlerde bulunur.

Ancak hiçbir ayrı cins başka ülkelerin göl ve nehrinde bulunmaz.

Acaba bu kadar güçlü bir istikamet hissinin doğuşu nedir?

Hayvanların ve kuşlarında akıl ve zekâları yoktur.

Onların da bütün davranışları, içgüdülerine dayanmaktadır.

Hayvanları birbirlerine bağlayan sosyal ve sağlam bağlar tespit edilmiştir.

Göçebe kuşlar, arılar, karıncalar…

Bunlar da değişmeyen kurallara bağlı olarak yaşarlar.

Bilim adamları tarafından bazı hayvanların, kuşların, böceklerin yapmak istediklerini birbirlerine anlatmak için kendilerine ait dillerinin olduğunu tespit etmişlerdir.

Bal arıları; Böcekler sınıfının zarkanatlılar bölümünden olup doğurgan bir dişi kraliçe, erkek arılar ve işçi arılar halinde toplu bir şekilde kolektif bir çalışma düzeni içinde yaşarlar.

Bal arıları kendi aralarında bir haberleşme vasıtasıyla bal toplanacak çiçeklerin ne yönde bulunduğunu birbirlerine bildirmektedirler.

Bunlara bu hissi veren Allah’tır.

Karıncalar; Böceklerin zarkanatlılar cinsinden olup, topluluk halinde yaşayan, belli bir komuta ile hareket eden, aralarında muhteşem bir görev bölümü bulunan müşterek dilleri bulunan bir topluluktur.

Karıncalardaki hissi veren de Allah’tır.

Göçebe kuşlarının yaşayışları da gerçekten çok ibret alacak bir yaşantıdır.

Hayvanlar alemiyle ilgili incelemeler, onların yaşamaları için zekice tedbirler alındığını göstermektedir.

Örümcek, ipekböceği, arılar, balıklar, karıncalar, göçebe kuşlar ve daha yüzlerce böceklerin insanlar gibi ciğerleri olsaydı yani teneffüs cihazları boru gibi olmasaydı gelişip büyüyecekler ve dünyanın dengesi bozulacaktı.

 Böceklerin büyümesinin önüne geçilmeseydi dünyada insanların yaşaması imkânsız hale gelirdi.

Korku ve hayal filmlerindeki gibi aslan, kaplan, fil büyüklüğünde arı, örümcek, karınca olsaydı dünyanın düzeni bozulacaktı.

Hayvanlar âlemini bugünkü şekliyle düzene sokan bir güç vardır.

Hayvanların bu türlü yaşantıları da tesadüflerle izah edilemez.

 YA DİĞER YARATILANLAR? ONLARIN YAŞAYIŞLARINA DA  BİR GÖZ ATALIM :

Mevsimlerin oluşumu gece ile gündüzün ard arda gelmesi, gezegenlerdeki ahenk, dünyanın yuvarlak oluşu, güneş sistemi, güneşin ve ay’ın dünyaya uzaklıkları da tesadüfen ardı ardına meydana gelemez.

Bütün bunları ayarlayan bir kudretli varlık vardır. O da Allah’tır.

Güneş; Dünyanın kendisine bakan bir yüzünü aydınlatmaktadır.

Güneş ışınlarının düşmediği diğer yarımküre de karanlıkta kalmaktadır.

Aydınlık sabit kaldığı halde dünya kendi ekseni etrafında dönünce yarım küre şeklindeki aydınlık bölge 24 saatte yerin etrafında bir dolanım yapmakta bu esnada karanlıkta kalan yarımküre de aynı süre içinde bu gezi turunu tamamlamaktadır.

Bütün bunlar tesadüfen kendiliğinden meydana gelemez.

Dünyanın kendi ekseni etrafında tam bir devir yapmasıyla bir gün meydana gelir.

Bu dönüş 23 saat, 65 dakika ve 4 saniyedir.

Bir gün ise 86164 saniyedir.

Dünyanın güneş etrafında tam bir dönüş yapmasıyla bir yıl meydana gelir.

Dünyanın güneş etrafında tam bir dönüş yapması 365 gün 5 saat 48 dakika ve 56 saniyedir.

Bunun toplam miktarı 31556926 saniyedir.

Bir gün ve bir yılın meydana gelmesindeki gün, saat ve saniyelerde bir sapma olsa dünyanın düzeni değişecektir.

Bu düzeni sağlayan da Allah’tır.

 BİR DE YERKABUĞU OLAYI VAR …

Aziz dinleyenlerim.

Yerkabuğu; Yerküremizin en dışında bulunan yapıdır.

O kadar değişken bir yapıdır ki bu yapının kendi kendine tesadüfen oluşması düşünülemez.

Kalınlığı farklı farklıdır.

Bu kalınlık karalarda 35-40 kilometre, deniz ve okyanuslarda 8-12 kilometre,Tibet platosunda ise 70 kilometredir.

Ortalama kalınlık 33 kilometre kadardır.

Yerkabuğu 2 kısımdan meydana gelmiştir:

Birinci kısım granit yerkabuğudur.

İkinci kısım bazalt yerkabuğudur.

Granit yerkabuğunda silisyum veya alüminyum elementleri hâkimdir ve daha hafiftir. Yoğunluğu 2.7 – 2.8 gr/santimetre küp arasında bulunur.

Bazalt yerkabuğunda silisyum ve mağnezyum’lu unsurlar vardır ve granit kabuktan daha ağırdır. Yoğunluğu 3 – 3.5 gr/santimetre küp arasında değişir.

Granit ve Bazalt yerkabuğu bütün kıta’ların altında bulunmaktadır.

Okyanusların altında bazaltik kabuk birkaç kilometre kalınlıkta ince bir tabaka halinde uzanır.

Granit kabuk büyük okyanusta hiç yoktur.

Atlas ve Hint okyanuslarında ise çok incedir.

Yerküremizin ısı kaynağı, yerkabuğumuzun kalınlık ve esneklik durumu, atmosfer ve gezegenlerimizin su kütlesindeki uygun birleşim ile yeryüzümüzün güneş sistemimiz içindeki jeolojik etkinliğinin hiç değişmeden kâinatın oluşumundan bugüne kadar sabit kalması kendiliğinden oluşamaz.

Yerkabuğunu meydana getiren bir güç vardır.

O da Allah’tır.

 İNSANIN YAPISI DA DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR …

İnsan vücudundaki adale, kemik, damar, göz, kan, kulak ve sinirlerin yapısını incelediğimiz zaman harikulade bir sanat olayı ile karşı karşıya kalırız.

İnsanın göz, kulak ,böbrek, karaciğer, akciğer, dalak., gibi organlarını incelediğimiz zaman sadece bu inceleme bile bizi insanları Allah’ın yarattığı gerçeğine götürecektir.

İnsan vücudundaki gözün yapısında diğer organlarda olduğu gibi akıllara durgunluk verecek harikalarla karşılaşılmaktadır.

Göz; kafatası ve yüz kemikleri ile çevrili piramit şeklinde bir yere yerleştirilmiştir.

Özel kaslarla yumuşak bir yağ dokusu içinde asılı bulunmaktadır.

İki göz kapağı ile korunmaktadır.

Işıktan, toz topraktan korunmak için kirpikleri vardır.

Görme olayının gerçekleşebilmesi için öncelikle cisim, üzerine düşen ışın ışıklarını yansıtması gerekir.

Cisimden yansıyarak göze gelen ışınlar, korneada kırıldıktan sonra kırılan ışınlar göz bebeğinden göz merceğine gelir.

Göz merceği korneada kırılan ışınları bir kez daha kırarak camsı cisim içinden retina üzerine gönderilir.

Retina üzerinde yer alan sarı benek noktasından cismin ters bir görüntüsü oluşturulur.

Burada bulunan sinirler uyarıları beynin görme loplarına iletir ve bunun sonunda görüntü algılanıp,düzeltilerek cismin doğru ve net görülmesi sağlanır.

Gözde bulunan kasların, göz kapaklarının, kirpiklerinin, gözyaşı ve bezlerinin, göze sıvılık veren zar ile gözü çeşitli yönlere hareket ettiren kasların her birinin ayrı-ayrı görevleri vardır.

Bunlardan birisi olmazsa görme olayında aksaklık meydana gelecektir.

Bu düzen, bu uyum, görme şartları ve ortamları tesadüflerle izah edilemez.

Bunu bilerek, kendi iradesiyle yoktan var eden bir “yaratan” vardır.

O da Allah’tır.

Bir heykeltıraş belki de insana benzer heykel yapabilir. Ancak ona can verme gücüne sahip değildir.

 MEYVELER, SEBZELER, ÇİÇEKLER DE DÜŞÜNMEYE DEĞER …

Evet kardeşlerim.

Bir meyvenin, bir çiçeğin meydana gelişinde de akıllara durgunluk veren harikulade bir sanatla karşı karşıya kalıyoruz.

Toprağa atılan tohumlardan acı, tatlı, kırmızı, yeşil meyve ve sebzeler çıkar.

Oysa hava şartları, verilen gübre ve su aynıdır.

Aynı toprak ve şartlardan kasımpatı, sardunya, begonya, lale, sümbül, muhabbet çiçeği, Peygamber çiçeği, çuha çiçeği, mine çiçeği ve güller çıkar.

Aynı topraktan fasulye, kabak, salatalık, kavun, karpuz, domates, ıspanak, lahana, havuç, enginar, marul gibi sebzeler meydana gelir.

Elma, armut, erik, kayısı, şeftali, avokado, muz,çilek gibi meyveler de aynı topraktan meydana gelir.

Güneş ışınlarıyla bitkilerin üreme ve büyümeleri arasında sıkı bir ilişki vardır.

Çiçeklerin, sebzelerin, bitkilerin oluşması her şeyi en güzel şekilde yaratan yüce Allah’ın kudretidir.

Her canlı oksijeni alırken bitkilerin oluşumunu sağlayan karbondioksiti dışarı atar.

Bu devridaim olmasaydı canlılar ve bitkiler oksijen ve karbondioksiti bitirirler, bütün canlılar yok olur, bitkiler tamamen kururdu.

 HELE HELE BULUT VE  YAĞMURLARIN OLUŞUMU DA ÇOK DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR.… 

Bulutların yoğunlaşması, şimşeğin çakması, gök gürültüsü, yıldırımların meydana gelmesi, yağmurun yağması da tesadüflere bağlanamaz.

Bunlar da kendiliğinden oluşamaz.

Bulutlar elektrikle yüklüdür. Bir güç onları rüzgar vasıtasıyla birleştirir.

Bulutların adeta gökyüzünde yürüdüklerini görürüz.

Yerden gökyüzüne yükselen pozitif elektrikle yüklü rüzgar, fezadaki mevcut elektrikle birleşince bir elektrikleşme meydana gelir.

Bu durum; Bulutların su damlaları haline gelmesine sebep olur, yağmur olarak yeryüzüne düşer.

Bunların da kendiliğinden oluştuğu düşünülemez.

 DENİZLER, TATLI SULAR DA İNCELEMEYE DEĞER …

Sayın okuyucularım.

Denizlerin, tatlı suların meydana gelişi de tesadüflerle izah edilemez.

Yağmur ve kar suları toprağın derinliklerine sızarak su geçirmeyen katmanlar arasında toplanır.

Yer altında toplanan sular bazı yörelerde yeryüzüne çıkar.

Kaynak ve pınarlar oluşur.

Kaynak sular aşağıya doğru akarken kar ve yağmur sularının da katılmasıyla dereleri, çayları, ırmakları oluşturur, denizlere akar.

Yağmur toprağa düştükten sonra bir kısmı bitkiler tarafından emilerek bitkilerin büyümesine yardımcı olur.

Bütün bunlar da tesadüfen meydana gelemez.

Bütün bunları da ayarlayan bir güç vardır. O da Allah’tır.

 DAĞLAR’A GELİNCE … 

Dağların oluşumu bile Allah’ın varlığına delildir.

Dünyanın dışarısından karşılaştığı baskı ile iç bünyesinden gelen baskı arasında dağlar adeta bir denge unsuru oluşturmaktadır.

Dağların bazı yerlerde dışa doğru yükselmesi, bazı yerlerde de derin çukurların bulunması yeryüzündeki dengeyi sağlayan en önemli faktördür.

Dağlarla yeryüzü arasında milimetrik hesaplara dayalı çok hassas bir irtibat ve çok ince bir denge mevcuttur.

 İNSAN VE YİNE İNSAN… İNSANIN YARATILIŞI …

Sevgili dostlar.

İnsan vücuduna tekrar bir göz atacak olursak dağlardan daha muhteşem harikulade bir makine ile karşılaşırız.

İnsan vücudu adeta sistemler topluluğudur.

Dokular ve hücreler, iskelet sistemi ,kas sistemi, solunum sistemi, dolaşım sistemi, idrar sistemi, sinir sistemi, sindirim sistemi, duyu sistemleri, deri salgı sistemi, üreme sistemi, hareket ve destek sistemleri, enerji ve boşaltım sistemleri, koordinasyon ve kontrol sistemleri…

İnsan vücudu baş, gövde kol ve bacaklardan oluşmuştur.

Başımızda; göz, kulak, burun, ağız bulunur.

Gövde; göğüs ve karın diye iki kısma ayrılır.

Göğüsle baş arasında boyun vardır.

Kol ve bacaklar gövdeye bağladır.

Kolların ucunda el, bacakların ucunda da ayaklar vardır.

Bunlar insan vücudunun dıştan görünen organlarıdır.

Bir de iç organlar: dokular, hücreler, kaslar, damarlar, beyin, mide, bağırsaklar, akciğer, karaciğer, kalp vardır.

Pek çok iç ve dış organlardan oluşan insan vücudu biteviye çalışan canlı bir makine gibidir.

İnsan vücudunu meydana getiren Allah, her şeyi en mükemmel şekilde meydana getirmiştir.

İnsan vücudunun hareketi de akıllara durgunluk verecek kadar muhteşemdir.

Beslenmek, kendini korumak, bir iş yapmak için vücut daima hareket halindedir.

Yürüme, koşma, kendini koruma, yemek yeme, okuma, yatma…

Yapılan bütün işler vücudun hareket etmesiyle meydana gelir.

Vücudun hareketini sağlayan organlar, kemikler, eklemler, kaslardır.

Vücutta bulunan kemikler, eklemler, kaslar, göz, kulak, burun deri, sindirim organları, kanın dolaşımı, kanın yapısı, damarlar, solunum olayı Allah’tan başka hiç bir gücün yapamayacağı ustalıklardır.

İnsanda bulunan bu organlar yanında anlama ve düşünme kabiliyeti de hiçbir canlıda yoktur.

Binler, milyonlar, milyarlar, trilyonlar, katrilyonlar insanlardan başka hiçbir canlının düşünmeyeceği rakamlardır.

 AKIL VE ZEKA OLAYINA DA BİR GÖZ ATALIM … 

İnsan aklı düşünerek ay’ı fethetmiş, uzayın derinliklerini keşfetmiş, sesten hızlı kara ve hava araçları icat etmiştir.

Bu zekâyı da insanlara bahşeden bir güç vardır.

Zekânın, aklın oluştuğu yer beyin’dir.

Beyin sinir sisteminin en karmaşık parçasıdır.

Vücut ağırlığının ancak yüzde 2′sini oluşturan beyin, toplam enerji üretimimizin yüzde yirmisini tüketmektedir.

Bu enerjiyi kanın taşıdığı glikoz ve oksijenden alır.

Bilinçli olarak algıladığımız bütün vücut duyumları beyin kabuğuna gelir.

Öğrenme, değer biçme, yoktan var etme ve hisler beyin kabuğunun sorumluluğundadır.

Sıcak, soğuk, basınç, ağrı, acı gibi duyumlar beyin kabuğu tarafından algılanır.

Görme, duyma, tat koku gibi duyumlar da beyin tarafından algılanır.

Beyinde; konuşma, işitme, okuma-yazma, görme bölgeleri vardır.

İnsan beyni de başlı başına karmaşık bir makine gibidir.

İnsan vücudu arz’ın ihtiva ettiği belli başlı elementlerden oluşmuştur; Karbon, oksijen, hidrojen, fosfor, kükürt, azot, kalsiyum, magnezyum, demir, manganez, bakır, iyot, flor, kobalt, zınk, silisyum, alüminyum vücudu oluşturan elementlerdir.

Toprağı meydana getiren elementler de bunlardır.

İnsan vücudunu ve toprağı meydana getiren bu elementlerin insanı meydana getirmesi gerçekten çok ince hesapların sonucudur.

 GEN’LERİN VARLIĞI DA TESADÜFLERE BAĞLANAMAZ …

İnsanın meydana gelişini sağlayan gen harikası da gerçekten incelemeye değer.

Gen’ler o kadar küçüktür ki; Yeryüzünde mevcut bütün canlıları

Meydana getiren genlerin hepsi bir araya toplansa küçük bir yüksüğü
bile dolduramaz.

Genler ve onların adaşı kromozomlar mikroskopla bile görünmezler.

Bu iki varlık her canlı hücreye yerleşirler ve bütün insanların, hayvanların, nebatların özelliklerini kendilerinde taşırlar…

Bir yüksük 5 milyara yaklaşan insan nüfusunun ayrı-ayrı bütün şahsi özelliklerini içine alacak kadar küçüktür, ama bu konudaki gerçekler hiçbir tereddüde gerek kalmayacak şekildedir.

Acaba genler, milyarlarca insanın özelliklerini nasıl içinde gizleyebiliyor?

Nasıl olurda inanılması güç küçücük bir yerde tek- tek insanların psikolojisini muhafaza edebiliyor?

Mikroskopla bile görülmeyen küçücük bir gen içinde hapsedilen, yeryüzündeki bütün hayatı kesin olarak idare edebilmesi özelliği ancak ve yalnız derin bir ilim ve maharet sahibi bir varlığın eseri olabilir.

Bu varlık Allah’tır.

Evet sayın okuyucularım.

Allah fikri insanlara verilmiş ilahi bir duygudur.

Bu duygu ve düşünce sayesinde canlılar içerisinde yalnız insanlar görünmeyen şeylerin varlığına dair, özellikle Allah inancına dair akli deliller bulabilirler.

Son yıllarda Hıristiyan, Yahudi, Musevi pek çok ilim adamı, değişik ülkelerden pek çok milli şair, sanatçı, tarihçi, edebiyatçı, müzisyen, dansçı, boksör, basketbolcu, asker, atom mühendisi ve branşında uzmanlaşmış profesörler hem Allah’ın varlığına inanmışlar hem de Allah’ın gönderdiği son din İslamiyet’e girmişlerdir.

Goethe, Puşkin,Tolstoy, Roger Gardudy, Zef Clement, Prof. Dr. Maurice Bucaile …

Margaret Marcus, Leopold Wess, Cecilia Cannolyly, jim CIinging, Maurice Bejart, Catherine Delorme, ferdinand Goidschmit …

Jacouses Yves Cousteau (Kaptan Kusto), Lev Aicinder, Tina Gfanzil, stevia Wonder, schirooki Ralf abas…

Dr. Robert D. Crane, Vıncent Montel, Yasin Gold CatStevens, Boney-M , Abdullah Bubenheim…

Mary Weld, Juli Torralbo, Tamara ve daha binlerce isim Allahın varlığını kâinata, kâinattaki harikulade işleyişe, dünyadaki canlı cansız varlıklara bakarak ilmen ve fennen kabul ve ispat etmişlerdir.

Allah vardır, Allah birdir, Allah her yerdedir.

24.10.2014